Suya bakın, nasıl da akıyor kendi yolunda. Eğiliyor, kıvrılıyor, karşısına çıkan engellerden zorlanmadan kayıyor…
Gitmesi gerektiği yere doğru akıyor; nereye gittiğini bilmeden, umursamadan. Süzülüyor toprakta, adeta dans ediyor. Dans ederken söylüyor şırıltılarla şarkısını.
Su akıyor, buluyor yolunu; yorulmadan, zorlanmadan, güç harcamadan kendi halinde…
Akışta olmak, çok duyulan bir ruhsal terimdir. Ama ne kadar uygulayabiliyoruz? Ve ne kadar farkında olabiliyoruz bu eylemin?
Her birimiz aslında akışa bırakırız kendimizi arada sırada ama yine de çoğu zaman direniriz hayatın akışına. Hayatın akışı sürprizlerle doludur, aynı nehrin akışı gibi… Bilemez karşısına hangi taş çıkacak, bilemez hangi dağdan kıvrılacak, hangi vadiye açılacak, hangi okyanusa dökülecek ama buna rağmen akar ve kendi yolunda dingince gider. Bazen akış hızlanır bazen yavaşlar hatta bazen hafifçe duraksar ama yine devam eder yolunda. İşte akışta olmanın en güzel örneği budur. Hayatın bir akışı ve bu akış içerisinde değiştiremediğimiz “koşullar” ve “kişiler” vardır. Bizler bu koşulları ve kişileri sürekli değiştirmeye ve olayları kendi lehimize çevirmeye çalışırız halbuki bu, nehrin akışına ters yüzmekle eşdeğerdir.
Akışta olmak, bütün olan olayları ve kişileri “olduğu halleriyle” kabul etmek ve direnmeden hayatın bizi götürdüğü yolculuktan keyif almak, demektir. Ama maalesef genelde ilk değiştirmeye çalıştığımız şey kendimiz oluruz ve doğamızla uyumlu yaşamayı unuturuz.
“Zambakların nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama size şunu söyleyeyim, tüm görkemine rağmen Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi!”
Hz.İsa’nın dediği gibi zambaklara, çiçeklere, envai çeşit böceğe, doğaya bakın. Hangisi güzel olmak için çaba sarf ediyor, hangisi kendini değiştirmek için uğraşıyor? Hiçbiri… Sadece kendilerini biliyorlar ve kendilerini kabul ediyorlar, kendi doğalarıyla uyumlu yaşıyorlar, sadece o kadar. Ve bu muazzam güzellik ortaya çıkıyor. Aynısı bizim içinde geçerli, biz de güzeliz, biz de ışıldıyoruz, kendi doğamızda mükemmelliği sergiliyoruz. Peki buna rağmen neden bunu kabul etmek yerine kendimizi değiştirmek için sürekli çaba sarf ediyoruz, neye direniyoruz. Doğamızı neden reddedip başkalarına benzemeye çalışalım ki… İşte doğanın bize verdiği mesaj budur; kendi doğanı kabul et ve onu onurlandır.
Akışta olmak, önce kendini kabul etmekle başlar, kendi doğamızı sevmek ve kabul etmekle… Ve sonra olayları ve insanları kabul etmekle devam eder ve ardından hayatın getirdiklerini sevgiyle karşılamaya dönüşür. İşte bu ruh halinde, kendi doğamızda aktığımızda sürprizlerin ne olacağına aldırmadan huzurla yol alırız. Çaba sarf etmemize gerek yoktur aslında. Ve Evren bizden çaba sarf etmemizi istemez, sadece fark etmemizi ister. Zorlukların üstesinden gelmek için çaba sarf etmemizi istemez, sadece o zorluğun neden olduğunu fark etmemizi ister, hastalıklarla savaşmamızı istemez, sadece o hastalığın ne öğretmek için geldiğini fark etmemizi ister, bize sataşan insanları alt etmemizi istemez, sadece o insanın neden karşımıza çıktığını fark etmemizi ister.
Kısacası hayat bizden sadece fark etmemizi ister, bu yüzden en temel öğretidir farkındalık. Fark ettiğiniz anda, olayın arkasında yatan sebebi bulursunuz ve anında olay kendiliğinden çözülür. Dersi aldığınızda, öğrenmeniz gerekeni öğrendiğinizde yani amacı fark ettiğinizde size zarar veren kişi hayatınızdan çıkar, hastalık iyileşir, dalgalı sular dinginleşir. Her şey olağan akışında devam eder. Berekette öyledir. Para girer, para çıkar, eşya girer eşya çıkar. Eğer siz bu akışı keserseniz örneğin eşyaları biriktirir ve atmazsanız (eski giysiler, eşyalar vb), ya da para biriktirmek için (fakirlik korkusu) ekstra çaba sarf ederseniz bu akışı engeller ve bereketin hayatınıza gelmesini engellersiniz. Hemen deneyin, yıllardır giymediğiniz giysiler varsa çıkarın dolabınızdan ve başkalarına verin. Yıllardır kullanmadığınız eşyalar varsa atın. Bakın hemen nasıl yenileri hayatınıza girecek, nasıl enerji akışa geçecek…
Evrende sürekli bir akış vardır ve her şey çaba sarf etmeksizin kendi akışında ilerler ve gelişir. En küçük yapı taşından en karışık sisteme kadar bu böyledir. Sular akar okyanuslara, yağmur yağar toprağa, tohum düşer ağaçtan ve bitki olarak yükselir topraktan. Kışın bitkiler ölürler ve yazın dirilirler, hayvanlar beslenirler ve bazen kendileri besin olurlar. Kısacası bir döngü, bir akış vardır. Akışta olmak demek, sadece bu akışa kendimizi bırakmamız ve kendi doğamızda hareket etmemiz demektir.
“Birisi yanan bir meşaleyi nehre atabilir, nehre ulaşana kadar meşale yanık kalır, nehre düştüğü anda ateş söner, nehir onu soğutur. Ben, nehir oldum. Bana küfür edersiniz onlar ateştir, bana ulaştıkları anda benim serinliğim içinde ateş kaybolur, artık acıtmaz. Siz dikenleri atarsınız, sessizliğime düşünce onlar çiçeğe dönüşür. Ben kendi yaratılışımın doğasından hareket ediyorum”
Buda’nın dediği gibi siz akışta olduğunuzda artık dış koşulların etkisinde kalmazsınız, çünkü dış koşulları kabul etmişsinizdir, bir su gibi naif ama güçlü, derinden bir şekilde o koşullarda zarar görmeden akar ve fark etmeniz gerektiğini fark eder, almanız ve öğrenmeniz gerekeni alır ve öğrenerek yolunuza devam edersiniz. İşte bu akışta olmak, tekamül yolculuğunun ta kendisidir. Bu tam olarak yaratılışın doğasında hareket etmek demektir. Bir zen ustası olan Thich Nhat Hanh der ki, “Yürürken bile yürüdüğünüzü fark edin, yavaşça toprağa basın ve dans eder gibi naifçe yürüyün.” Bu yüzden bu zen ustası öğrencilerine “yürüme” egzersizi yaptırır tabii farkındalık ile. Bu fark etmenin ve uyumlu bir şekilde yürümenin bilgeliğini sunar bize.
Yaşamak olduğundan çok daha kolay aslında, ama biz direnerek akışa ters yüzerek zorlaştırıyoruz her şeyi. Sadece kabul etmek, geçirgen olup fark etmek ve kendi doğamızda akmak, işte bu gelişimin ve akışta olmanın temelidir. Eskilerin dedi gibi..
Yazar: Efe Elmas